25 Mayıs 2009 Pazartesi

BÜYÜLÜ FOTO


Bu da oldu. Fotoğraf makinam benden bağımsız resim çekmeye başladı. Dijital makinamda arada manuel çekimler yapmayı deniyorum.Açıkçası nasıl olduğunu anlayamadan makinada bu resmi buldum. Sanırım bir resim çekmeye hazırlanırken ,deklanşör açık kaldı ve ortaya bu çıktı. Fotoğraftan anlayanlar ışık ve hareket düzeneğine bakıp bunun nasıl olduğunu çözümlesin. Valla ben sonuca bakarım!! Spiral hareket ile saksafonların biçimi arasındaki uyum benim hoşuma gitti.Güzel bir konser afişi olabilir ne dersiniz? Mesela '' Müziğin Büyüsü'' ya da '' Notaların dansı '' Nasıl becerdiğimi sormayın tabi..(haha)

23 Mayıs 2009 Cumartesi

DINANT-ARDENLER'DE BIR TABLO



Dinant ,Belçika'nın doğal güzellikleriyle dillere destan Ardenler bölgesinde yer alıyor.Brüksel'den trenle bir saat kırk dakika mesafede olan Dinant görülmeye değer bir yer.Paris ile Köln arasında önemli bir geçiş noktası olan Dinant,yüzyıllar boyunca konumu nedeniyle uğruna hep savaşılan bir yer olmuş.Tepedeki tarihi kaleye tam 408 merdivenle çıkılıyor !! İsteyenlere teleferik de var. Ancak ben gittiğimde henüz çalışmaya başlamadığından sabah sabah ruhumu teslim ediyordum.Yukarı ulaştığımdaysa manzara eşsizdi.

TEPEDEKİ KALE

Oldukça geniş bir alana yayılan kalenin iç çeperlerinde Dinant'ın tarihsel geçmişinden ayrıntılar anlatılıyor.. Bakır işlemeciliğinde önemli bir merkez olan ve Meuse nehrine bakan Dinant'a ilk köprü 1080 yılında kurulmuş.Köprüye ait kazıklar halen sergileniyor.Kasabanın konumu nedeniyle savaşlar hiç eksik olmamış.Kale her dönem askeri bir üs görevi üstlenmiş.1830 da Belçika'nın bağımsızlığında önemli rol oynamış bir yer.Daha sonra her iki dünya savaşlarında da ağır çatışmalara sahne olmuş.Günümüzde kalenin içinde Ortaçağ'dan kalan zindanlar ve işkence aletlerinden tutun da,1. Dünya savaşında yapılan sığınaklara kadar pek çok tarihi mekan canlandırılıyor.2. Dünya savaşında Almanların kontrolüne geçen kalede 700'e yakın kasabalı öldürülmüş.Dolayısıyla Dinant ,kendi tarihlerini yakından tanımak isteyen Belçikalıların da uğrak yeri.

İLGİNÇLİKLER

Kalede rehberli turlar var ama dillerini anlamadığım için sadece dağıttıkları İngilizce broşürden okuyup kendim gezmeye çalıştım. Bu yüzden de hangi tura dahil olduğum belli olmadı. İşte sığınakların olduğu alanda telefonum çalınca,öndeki turun gittiğini bir anda etraf kararınca farkettim. Özetle tur ilerlemiş,ışıklar üzerime kapanmıştı.Normalde panik de yapabilirsiniz ama gündüz gözüyle orada ilelebet kalacak halim yoktu. El yordamıyla ilerleyim dedim olmadı,cep telefonundan ışık tutayım dedim ama baktım olmayacak.Yaklaşık 5 dakika öylece bekledim. Diyorum ki Belçika'da bir de mahsur kalmadığın eksik kalmıştı. Neyse sonra yeniden sesler gelmeye başladı. Bir sonraki tur yaklaşıyordu.Kendimi seslere yönelttim ve baktım yeni bir grup kapının ağzında bekliyordu.

ORYANTASYON BOZUKLUGU

Neyse ışıklar yanınca sığınaktaki merdivenlerden birkat daha aşağıya indim.ve bir anda durduğum yerde duramaz oldum. Nasıl başım dönüyor,nasıl sallanıyorum anlatamam. bir yandan diyorum ki,demin karanlıkta panik olmadın acaba şimdi mi acısı çıkıyor? Fakat nedense sürekli sağa çekiliyor hissi içinde ayakta duramadım.İlginç olan ise,bu tahta bölümü geçer geçmez ,herşey normale döndü. İşte o zaman şüphelendim. Hiç üşenmeden geri döndüm,baktım yine aynı his..Sanki bir mıknatıs beni duvara doğru çekiyor ve ben de ayakta kalıp direniyordum. Ne oluyor demeden ,arkadaki rehberli grup yetişmişti. Baktım onlara da aynı şey oluyordu. Hatta bakın fotoğraflarını çektim. Fotoğraflar yamuk değil,insanlar öyle duruyor. Sonunda dayanamayıp rehbere sordum. Meğer o bölüm savaşta zarar gören bir sığınakmış. Mekan zarar gördüğü için ,insandaki ortantasyon hissini yokediyormuş. Halen algılayabilmiş değilim. Sanki beyincik zarım zarar görmüş gibi ,dengemi bulamayıp,bir o yana bir bu yana nasıl savrulduğumu düşündükçe,bunu bir bilim adamına mutlaka sormaya karar verdim. Ben o odada ciddi bir merkezkaç kuvveti ile mücadele ettim.Yani sadece algılarımız bizi bu derece yanıltabilir mi??

DİNANT'IN KURABİYELERİ

Kalede turumu tamamladıktan sonra bu kez teleferikle aşağıya indim.Hemen yolun başındaki pastane Dinant'ta yüzyıllık bir kurabiye geleneğini gözler önüne seriyordu. Meğer bu Dinant'ın baskılı kurabiyeleri pek meşhurmuş. Envai çeşit desende yapılan kurabiyelerin özelliği şeker kullanılmaması.Onun yerine bal ile pişiriliyorlarmış.Ben de fotoğraf çektikten sonra merak edip küçük bir paket kurabiye aldım.Ve ilk ısırışımla dişlerim kırılıyor sandım!! Bunlar kurabiye değil betondan yapılmış olmalıydı!! Değil desen çizmek ,neredeyse çivi bile çakabilirsiniz.(haha)Bu derece sert olabilecekleri aklımın ucundan geçmezdi. Ama anladığım kadarıyla uzun süre dayandıları kesin!!

SAKSAFON'UN BABASI

Efendim bu minicik kasabanın özelliklerini saymakla bitmiyor.Meğer burası saksafonu icat eden Adolphe Sax 'ın memleketiymiş. Evinin önünde bir bronz heykeli var,ayrıca sene içinde caz konserleri de düzenleniyormuş.Ben de Sax beyefendiyle bir resim çektirmeyi ihmal etmedim :))

TEKNE TURU VE KANOLAR

Bu günlüğü okuyanlar artık biliyor ki,tekne turu varsa bendeniz kaçırmıyor.Dinant'ta irili ufaklı pekçok tekne turu var. Ancak ben en yaygın ve kısa olanını seçtim.Biraz dolaşmaya vaktim kalsın istedim. Anseremme denilen bir sonraki limana giden, ince, uzun, üzeri cam kaplı tekne Paris'tekileri andırıyordu.Tıkır mıkır nehir kenarından ilerlerken Anden'lerin doğal güzelliklerine ve kıyı şeridindeki evleri zevkle izledik. Hani bizde Boğaz turunda yalılara bakarsınız ya,buralarda da su kenarındaki bu evleri ,malikaneleri seyrediyorsunuz.Zaten insanlar bu bölgeye arabalarıyla gelip iç taraflarda orman ve nehir kenarında haftasonlarını geçiriyorlarmış. İşte bizim yolumuzun sonunda ,nehirin çatallaştığı noktada da karşımıza kanolar çıktı. Ama belki kanolu yüzlerce insan.Meğer Anden'ler kano sporunun merkeziymiş. insanlar doğal güzellikleri ile meşhur bu bölgeye, yürüyüş, bisiklet ,at binme ve kano için geliyormuş.Özetle ben de pek özendim..Tekne turundan sonra biraz da ,ara sokaklara girip,evlere ,dükkanlara baktım. Akşam trenle Brüksel'e dönerken gezimden oldukça memnundum.

22 Mayıs 2009 Cuma

GENT







Belçika'nın üçüncü büyük kenti olması bir yana,ismini tarih kitaplarından hatırladığım bir yer Gent. Avrupa tekstil endüstrisinin geliştiği en önemli yerlerden biri.Ortaçağ'da Paris'ten sonra gelen en büyük şehir.Dolayısıyla kültürel mirası zengin bir kent.Uzun süredir görmek istediğim bu kente doğru ,ani bir kararla ,öğle vakti yola çıktım.Trenle 40 dakika mesafedeki Gent,kanal kenarında restaurantları , sokak çalgıcıları ve tarihi atmosferiyle çok hoşuma gitti. Tek sıkıntım, fotoğraf makinamın pilinin çok çabuk bitmesi oldu. Çıkarken dikkat etmemişim ,bu yüzden fotoğraf hevesim kursağımda kaldı. Öğleden sonra gidince malum müzeler de erkenden kapandı. Müze faslı artık bir dahaki sefere diyerek daha çok sokaklarında dolandım.
ADORATION OF THE MYSTIC LAMB
Buraya beni çeken nedenlerden biri de Belçika ile ilgili tüm turistik kitaplarda yeralan bir resim.15.yüzyıldan kalan flaman ressam Jan Van Eyk ' e ait olan bu tablo bir başyapıt kabul ediliyor.20 panelden oluşan tabloyu görmek ilk işim oldu.St.Baaf katedralindeki tablo için ayrıca para ödüyorsunuz. Size bir şema ve kulaklık veriyorlar ve önünüzdeki resmin inceliklerini ve dini referanslarını , neleri tasvir ettiğini dinliyorsunuz . Ben de öyle yaptım.Aslında bana ilginç gelen tablolun sağ ve sol üst köşesinde tasvir edilen Adem ve Havva figürleri oldu. 577 yıl önce çizilen idealden uzak ve gerçekçi vücut ölçüleri,Adem'in düşünceli suratı pek ilgimi çekti.Kartpostalını aldım.
KANAL TURU
Yine gelenek bozulmadı. Nerede kanal,nerede tekne turu varsa,hoop bendeniz içine atlıyor. Gent'te de öyle oldu.Buradaki tekne turu yaklaşık yarım saat sürüyor. Mimari elbette Bruges'daki gibi korunaklı kalmamış ama bir bölümü halen ayakta.Korenlei ve Graslei caddelerinin önünden kalkan tekneler kanal boyunca sizi dolaştırıyor.
KISA BİR GEZİNTİ
Diyeceğim o ki,ilk sefer için Gent'te fazla bir keşif yapma şansım olmadı. Sadece aylak turist misali ,bir köprüden diğerine geçip sokak aralarında etrafa bakındım.Bir sonraki sefer ve fotoğraf makinemle diyerek akşam saatlerinde Brüksel'e geri döndüm.

COUDENBERG-YERALTI SARAYI











Oldum olası tarihe,arkeolojiye,rutubetli yeraltı dehlizlerine bayılırım.Her adımın yankılandığı bu tarihi tüneller ,zamanın durduğu ,adeta geçmişe adım attığınız büyülü ve ürkütücü yerlerdir.Brüksel'de,hem de turistik merkezin hemen altında bir yeraltı sarayı olabileceği aklımın ucundan geçmezdi.Ta ki Belvue müzesinde ok işaretleri ve resimleriyle karşılaşana dek.Bu fırsatı kaçırmadım elbette.İsmi Coudenberg,Brüksel'in geçmişteki görkemli sarayının ismi bu.Belvue müzesinin alt koridorundan devam ettiğinizde , kendinizi bu arkeolojik alanda buluyorsunuz.
YANMIŞ SARAY
Demir merdivenlerden aşağıya inip taş koridora çıktığımda biranda dünya değişti.Kesif bir rutubet kokusu içinde pastel renkte ışıklandırılmış koridorlardan ilerledim. Bu uzun dehlizler beni nereye götürüyordu? Flamanca (soğuk tepe) anlamına gelen Coudenberg sarayı 11.yüzyıldan itibaren ,700 yıla yakın kraliyetin evsahipliğini yapmış.Ancak 1731 yılında bir yangınla yokolmuş kül olmuş gitmiş.Birçok tarihi resimde,edebi eserde bu saraydan,görkemli mimarisinden,yaşam tarzından ve eşsiz manzaralı bahçesinden bahsediliyormuş.Arkeologlar bu kaynaklardan da faydalanarak sarayı ortaya çıkarmışlar.Ve de son teknoloji ile ziyarete açmışlar. Keşfetmek de bana düştü..
KÜLTÜREL MİRAS
Bu ruh hali içinde yaklaşık yarım saat işaretlenmiş noktaların ne olduğunu okuyarak ilerledim. Sarayın mutfak penceresi. sarayın kabul salonu,sarayın bahçe kapısı denen yerlerdeki tuğlalara bakıp hayal etmeye çalıştım.Ancak yine de ufak bir hissiyatımı da iletmeden geçemeyeceğim. Elbette her coğrafyayı kendi tarihi ve birikimi ile değerlendirmek esastır.Elbette kültürel eserler bir diğeri ile kıyaslanmayacak kadar biricik ve özeldir.Ama kimi coğrafyalar kültür ve arkeoloji zengini kabul etmek lazım..En nihayetinde 1731 de yangın nedeniyle ortadan kalkan bir sarayın kalıntılarını bu derece titizlikle sunan bir yerde,kendi memleketimin çoğu Milattan önceden kalan tarihsel zenginliklerini ve arkeolojik eserlerini düşünmemek elde değil.Öyle içine doğmuşuz ki,biz ne güneşimizin,ne de kültürel mirasımızın bu derece pahabiçilmez olduğunu kavramakta zorlanıyoruz.İnanın bu tarz yerleri gezip gördükçe ,bu düşüncemin altı fosforlu kalemlerle bir kez daha çiziliyor.

21 Mayıs 2009 Perşembe

BELVUE MUZESI




Güzel Sanatlar Müzesinden biraz ileride Kraliyet Sarayı'nın hemen köşesinde yer alan bu müzenin ismi Belvue.


Belçika'nın 1830 lardan günümüze uzanan tarihsel geçmişini anlatan güzel bilgilendirici bir müze.Aynı zamanda Kral 1.Leopold'dan Kral Baudouin'e kadar kraliyet ailelerini de özel eşyalarıyla tanıtıyor.
Benim için önemli bölümü Belçika'nın siyasi ve ekonomik tarihi hakkında detaylı bilgi vermesiydi.Onlarca ansiklopediden süzeceğiniz bilgileri bazen bir fotoğraf özetleyebiliyor.

MÜZELERE ALTIN VURUS GUNU











Geçen Pazar sabahı bıkkın,mutsuz, nereye savrulacağı belirsiz suda süzülen amaçsız bir dal parçası hissiyle uyandım.Baktım biraz daha evde kalsam ,zihnim eski bantları sarıp sarıp baştan dinliyor.Beynimi yeni şeylerle oyalamak lazım diyerek rotamı belirledim.Özetle gün boyu kendimi müzelere verdim.Ama ne veriş!! Bir günde 3 müze gezdim.!!Tam 10 ay garip bir şekilde bekledim sonra bir günde 3 müze gezip altın vuruş yaptım!! Hızlı hızlı yapılan bir turdu,malum birine uzun takılsam diğerlerini gezemezdim.
GÜZEL SANATLAR MÜZESİ
Brüksel'deki en önemli müzelerin başında Güzel sanatlar Müzesi geliyor. Sabit eserlerin yanısıra belirli dönemlerde sergiler açılıyor. Güzel sanatlar müzesi eski ve yeni sanatlar olarak ikiye ayrılıyor.Basın kartımla para ödemeden girdiğim müzeyi eski bölümden gezmeye başladım.15 ve 16.yy dan kalma Flaman Primitif ressamlara ait çok değerli eserler sergileniyor.kılavuz kitabımın da yardımıyla önemli bazı resimleri atlamamaya çalışarak sergiyi gezdim.sonra modern bölüme geçeyim istedim.Müzenin alt katında yer alan modern sanatlar müzesi aşağıya doğru kaç kat iniyordu biliyor musunuz? Tam 8 kat !! Meğer bina çok katlı otopark benzeri aşağıya doğru bir gidiyormuş..Hızlı hızlı da olsa eserlerin çoğunu inceledim.Bu arada 8 kat indikten sonra bayılmayasınız diye,müzenin içinde asansör var.Bu memleketteki bu ufak ayrıntıları önemsiyorum. Çünkü Sezarın hakkı Sezara.Adamları tebrik etmek gerekiyor. Bir işi yapıyorsa düzenini de ona göre oturtmuş. Tesadüfe yer bırakmamışlar.
ÇİZGİ ROMAN
Bu arada modern bölümde süreli bir çizgi roman tarihi sergisi vardı. Onu da gezdim.Belçika karikatür kolonları (comic strip) ve çizgi romanda dünyanın en önde gelen ülkelerinden biri. Neden diye sormayın,henüz bilmiyorum.Ama Tenten'den,Tonton Ailesine,Şirinler'den Redkit'e ve hatta son dönemdeki bilimkurgu kahramanlarına kadar hepsinin yaratıcıları Belçikalı.Kimisi nüktedan,kimisi fantastik onlarca çizgi kahramanın önünden geçtim. En azından gözüm aşina olsun istedim.
MÜZE SHOP-ART NOUVEAU
Gezinin sonunda müzedeki eserlerle ilgili hediyelik eşya satan dükkanı gezdim.Posterlere , kartpostallara,baskı resimli fincanlara baktım.Ressam Magritte ile ilgili güzel eşyalar vardı ama henüz kapalı olan müzesini gezmeden ,ki Haziran'da açılıyormuş ,birşey almak istemedim. Bunun yerine Art Nouveau üzerine bir kitap ve CD aldım.Ne alaka diyeceksiniz. Bu konu içimde bir heves. Brüksel'de kaldığım sürece ilgileneceğim en ilginç konu galiba bu olacak. Ne ilginçtir ki,gittiğim yerlerde ya bu mimari tarz hep karşıma çıkıyor,ya da ben rotamı ona göre çiziyorum kimbilir.Buenos Aires'ten beri bayıldığım bu mimari ekol Brüksel'de gelişmiş..Şehrin her köşesinde çok farklı mimari örnekler var. Vaktim olursa gezmeyi ve fotoğraflarını çekmeyi düşünüyorum.İşte bir başlangıç olsun diye tanıtım CD si ve bir de fotoğraflardan oluşan bir albüm aldım.Umarım ileride kendilerini de görme şansım olur.Müzeden çıktığımda ,yeni rotam belliydi. Sırada Belvue Müzesi vardı.

18 Mayıs 2009 Pazartesi

KNOKKE -KUZEYİN ST.TROPEZİ






















İsmini ilk kez Bodrum'a hayran bir Belçikalı'dan duymuştum.
Gezecek neresi var diye sorduğumda bir kağıda Knokke ismini yazıp bana uzatmıştı. Meğer bu coğrafyanın en gözde en sosyetik tatil mekanı imiş. Meğer Kuzeyin St. Tropezi deniyormuş..St.Tropezi görmemiş olsam demek ki böyle bir yermiş diyecektim ,ama maalesef,anlayacağınız pek bir bol keseden atmışlar..
HOLLANDA ESİNTİLERİ
Knokke'ye 1 Mayıs'ta gittik.Buradaki kıt çevrem içerisinde ,yeni tanıdığım ve sohbet etmekten hoşlandığım Evren ve Suat çifti beni davet edince memnuniyetle kabul ettim.Toplam 2 araba Knokke'ye doğru yola çıktık. 2 saat süren yolculuktan sonra ülkedeki burjuvazinin en gözde tatil mekanına vardık. Herşeyden önce son model arabalar,spor kıyafetli ama çok şık insanlar dikkatimi çekti. Hiç şüphe yok ki durgun soluk Brüksel ortamından farklı ,renkli bir atmosfer vardı. Ne de olsa Hollanda'ya çok yakındık.
DENİZ KENARI
Bir İtalyan restaurantında yenilen yemeğin ardından deniz kenarına doğru ilerledik. Öyle ya bu coğrafyanın St. Tropezini görecektim. Ancak gördüğüm manzara ile şok geçirdim. Soluk pastel bir hava düşünün.Güneş ya var ya yok gibi. Sahile paralel betondan duvar gibi yükselen binalar , zaten hem denizin görüntüsünü kesiyor hem de sevimsiz monoton bir hava yaratıyor.İnsanlar ise sahil kenarında .Enine ve boyuna geniş bir kumsal var.Hani eski Ayşegül kitaplarındaki deniz kenarları benzeri. Tahta soyunma odaları, çizgili şezlonglar.Herşey var da ,bir güneş eksik .Ama insanlar bikinilerle etrafta salınıyorlar! Ciddiyim ,sanki kışın mayo reklamı çekiliyor sanırsın!! benim üzerimde ise fermuarlı hırka ve kolsuz mont var!! Hani bu turistler ne acayip,bu havada denize mi girilir yahu ,dediğimiz havalardan biri .Oysa küçücük çocuklar kıyıda kovalarıyla oynuyor,kimisi yarı beline kadar suda hopluyor.Sonunda dayanamayıp gidip ayağımı suya soktum.Sanırım ayağımı orada bırakıp dönecektim. Su sıcaklığı en fazla 10 derece civarındaydı. Zaten o salım salım bikinilerle salındıkları güneşsiz hava da 19 dereceymiş.Hani derler ya ,Allah eksikliğini hissettirmesin diye. Tanrı bizi güneşten mahrum etmesin arkadaşlar,sonra insanda böyle para pul da olsa ,Akdenizlilerin önünde karizmayı çizdiriyor ne yapacaksın. ha ha :))
ALIŞVERİŞ MEKANI
Deniz kenarında biraz durup sonra Evren'le beraber mağazaların bulunduğu sokağa gittik. Yanyana sıralı renkli ve güzel mağazalar vardı. O mağaza senin ,bu mağaza benim dolanıp durduk.Saat 17 civarındaki deniz kenarına dönüp,sahil kenarındaki kafelere oturduk. Meğer asıl piyasa yeri burasıymış.Çoğu orta yaşlı onlarca kadın ve erkek en şık kıyafetleri ile sahilde dolaşıyorlardı. Biraz bu atmosfer Bodrum'u biraz da Büyükada Anadolu Kulübü havasını anımsattı. Sahilde sıralı sanat galerileri de ortama farklı bir hava katıyordu. zaten sene içine fotoğraf ve karikatür festivalleri düzenleniyormuş.Biraz ileriye araba ile gidince ,geniş korunaklı bahçeler içinde müstakil villalar karşıladı bizi. Yani o süslü markalı arabalar muhtemelen bu malikanelerden geliyorlardı.Ancak siz siz olun aklınıza Akdenizi getirmeyin arkadaşlar.Bu soğuk coğrafyada ,tatil mekanı para ile ne kadar oluyorsa ancak bu kadar olmuş..

BU KADARINA DA PES




Az önce başıma gelenleri sıcağı sıcağına paylaşayım. Öğle tatilini fırsat bilerek geçtiğimiz ay yaşanan ayrıntıları günlüğe aktarıyordum ki karşımdaki binadan siyah dumanların çıktığını gördüm. Valla şaka olmalıydı ama AB Komisyonu binası yanıyordu. Kameraman öğle tatilinde olduğu için önce onu aradım ve sonra da itfaiyenin gelişini ,insanların binadan tahliye edilmesini izledim.Şu anda kameraman yeni geldiği için çekim yapıyor.Sanırım küçük çaplı bir yangın ama geldi buldu yine beni. Hani bir oturayım rahat bir nefes alayım,iki yazı çiziktireyim diye bir lüksüm olmuyor. Koskoca Komisyon binasında yangın çıkıyor şansıma.Neyse ben de aşağıdaki haberi yazdım. Yazarken sanki Türkiye'deyim sandım.Malum uzun süredir diplomasi dışında haber yazdığım yok.AB'den yangın haberi yazarak sanırım bir ilke imza atmış oldum.Haberin formatı aynı olsa da ,mekan bu kez Brüksel AB Komisyonu binası çıktı ..Neyse hepimize geçmiş olsun.
---------------------------------------
Brüksel'deki Avrupa Birliği Komisyonu binasında yangın çıktı.
BETA/SERVER
_____________/
DSF
Brüksel Schuman meydanında bulunan Avrupa Birliği Komisyonu Berlaymont binasında öğle satlerinde henüz belirlenemeyen bir nedenle yangın çıktı.
Çatıdan siyah dumanların yükseldiği yangın nedeniyle bina boşaltılırken itfaiye ekipleri yangına müdahale etti.
8 adet itfaiye aracının müdahale ettiği yangının çıkış nedeni üzerinde henüz bir açıklama yapılmadı.
KUŞAK:AB KOMİSYONU BİNASI YANGIN
BİNA BOŞALTILDI VE YANGINA MÜDAHALE EDİLDİ
TRT/BRUKSEL/DID/

LAEKEN KRALİYET SERASI






























































































Evim her nekadar beton binaların arasında olsa ve günüm 1 metro durağı mesafede geçse de,Brüksel aslında çok yeşil bir kent.Hani gitmesem de görmesem de derler ya,benimki de o hesap.Ama fırsat buldukça yeşilin yanına gitmeyi seviyorum. Kent içinde de alışık olmadığımız genişlikte parklar var. Hani bizde olsa, Karadenizli müteahhitlerin çok katlı alışveriş merkezleri inşaa edecekleri alanlar ,sadece yürüyüşe,bisiklete ve sükunetle oturmaya ayırılmış. Garip gözümüz alışmamış.Tabi en önemlisi şehrin etrafındaki yeşil alanlar.Ciddi genişlikte orman ve büyük doğal parklar var.Ama diyorum ya,ömrüm evimin sokağı ile Komisyonun çirkin çelik binasına bakarak geçiyor.
KRALİYET SERASI
Diyorum ya geçtiğimiz haftalarda bizimkiler buradayken turist ruhum geri geldi diye. İlanlara bakarken Brüksel'de kraliyet serasının kapılarını açacağını okudum. Yıl boyu ziyarete kapalı olan bu alan meğer yılda sadece 2 hafta açılıyormuş.Biz de annemle fırsatı kaçırmadık.Önce metro ardından tramvayla elimizle koymuş gibi bulduk adresi.Ama o da neydi? Saat öğlen bile olmamıştı ama etraftaki kalabalık anlaşılır gibi değildi. '' Yoksa Brüksel'in yarısı çiçek bakmaya mı gelmişti?? '' :))) Önce espri yapıp dalga geçtik ama sonra 1 saat kuyrukta içeri girmek için beklediğimizde bu gözlemin hiç de yanlış olmayacağına şaştık kaldık.İnsanlar akın akın serayı görmeye geliyordu. Yetişkinler için 2 buçuk avro olan giriş ücreti 18 yaşın altındakiler içinse bedavaydı.Bekledikçe ,bu kez '' Nedir bu derece ilginç olan ?''demeye başladık.İnsanları üşenmeden Pazar sabahı buraya getiren neydi?
CENNET PARKURU
Bir saatin sonunda kapıya ulaştığımızda bizi devasa demir kafesten bir Art Nouveau yapı karşıladı. İçeriye girmemizle çiçeklerin mis kokusu burnumuza çarptı. Adeta cam bir fanusun içinde bir cennet parkurunda ilerledik. Daha önce çekim için birkaç kez sera ,arberatum ve botanik bahçesinde bulundum ama hiç bu kadar büyük bir yer görmemiştim. Yaklaşık 1 saat envai renkte çiçeklerin,bitkilerin bulunduğu koridorların ve meydanların arasından geçtik. Sonra yol bizi dışarıya çıkardığında bu kez uçsuz bucaksız bir yeşil alan önümüzde uzanıyordu. Hani Jane Eyre romanlarında Bay Darcy'nin atıyla az sonra köşeden geleceği bir ortam.Parkın hemen ilerisinde Japon Pavilyonu seçiliyordu. Çin Pavilyonu da varmış ama rotamız üzerinde değildi.Sonradan okuduğum kadarıyla bahçenin belli noktalarına farklı kültürlere ait pavilyonlar inşaa edilmiş. Kimin zamanında mı; yine malum şahıs Kral 2. Leopold'un elbette. Para Afrika'dan gelince , kenti devasa eserlerle baştan inşaa etmiş anlaşılan. Neyse,gözlerimiz yeşile,ciğerlerimiz oksijene doyduktan sonra gerisin geri seraya girip dönüş yolunu takip ettik. Yine farklı ağaçların, kokulu çiçeklerin arasından 1 saat dolaşıp dışarıya çıktık. Turumuz bittiğinde gerçekten ayaklarımızın üzerine basamıyorduk. Olsun,ruhumuz yıkanmış ,içimiz açılmıştı. Daha ne olsun.

ANTİKA ŞEHRİ




Hani alışılmadık davranışlar sergileyen birini gördüğümüzde (ne antika adam) deriz.. Ya da kanımız ısınmadığı birisinden (pek bir antika) diye bahsederiz..Az bulunur olduklarından olsa gerek.Brüksel ise kelime oyunu yapmadan ,gerçekten bir antika şehri.Tabi antika ile eski eşya ayırımını da iyi yapmak gerekiyor. Sanatsal değeri bulunan eserlerin çoğu dükkanlarda sergileniyor ama ortam bununla sınırlı değil.Herkesin bütçesine uygun eski dönemlere ait eşyaların satıldığı dükkanlar var. Hatta sadece benim oturduğum semtte bunlardan tam 3 tane var. Neler yok ki , biblolar , bardaklar , çanaklar , tablolar. Sanıyorum eski eşyaya meraklı bir millet bu Belçikalılar.Di yorum ya (pek antika bir kent ) diye (haha )Ayrıca hemen hemen her semtte kurulan bit pazarları var.Hatta bunlardan bir tanesi 1919 dan bugüne kadar hergün kuruluyor. Evet yanlış okumadınız hersabah 07 den öğleden sonra 14 'e kadar açık bir bit pazarı var.Place Jeu-de-Balle isimli meydanda kurulan açıkhava pazarında eski biblolardan,tabak çanağa, plaklardan ,şapkalara kadar ne isterseniz var. Böyle yerleri gezerken hep aklıma bir dönem filmi ya da tiyatrosu için kostüm arasa insan, neler bulur diye geçiyor.Bizim de bir Pazar sabahı yolumuz bit pazarına düştü. Alacak pek birşey bulamadık ama kalabalığı izlemek ilginçti.

AQUATOPIA












Anvers'e gelmeden önceki gece uğramak istediğimiz bir mekan belirlemiştik.
Aquatopia isimli bu akvaryuma bir otelin altından giriliyor.Aslında burası çocuklar için yapılmış bir yer.Ailenin ilgisini çekmesi ise yıllar önce başka bir mekana dayanıyor
.
Efendim seneler seneler önce bizim aile, otobüsle ,İtalya ve Fransa'yı görmüştük. Daha o zaman Yugoslavya yıkılmamıştı,varın siz düşünün. Neyse efendim bu tur programlarını bilirsiniz millet yeter ki alışveriş yapsın. Geri kalan herşey ekstra tur.Bizi Monaco'ya getirdiler. Ve herkes alışverişe hücum ettiği sırada biz ailece Kaptan Cousteau'nun sualtı müzesini gezmiştik. O derece etkileyiciydi ki halen aklımda. Dev akvaryumlar içinde kendimi sualtı belgeselinde sanmıştım.Neyse Anvers'te nereye gidilir diye bakarken,karşıma bu sualtı parkı çıkınca eskiye özlem gidelim diye düşündük.





Bir otelin altında bulunan ve çocuklar için yapılan bu alanda hem deniz canlıları hem de sürüngenler vardı. İguanaları çektik ama yılanların bulunduğu bölüme girmek istemedim açıkcası. Bu akvaryumlar içindeki onlarca balığı ve deniz canlısını görmek çok güzeldi.Bir tünelin içinden ilerlerken siz mi onları izliyorsunuz onlar mı sizi belli olmuyor.Bence sadece dünyanın etrafınızda dönmediğini görmek ,sualtı dünyasını biraz olsun keşfetmek için bu tip fırsatları kaçırmamak gerekiyor.