25 Mayıs 2009 Pazartesi
BÜYÜLÜ FOTO
23 Mayıs 2009 Cumartesi
DINANT-ARDENLER'DE BIR TABLO
Dinant ,Belçika'nın doğal güzellikleriyle dillere destan Ardenler bölgesinde yer alıyor.Brüksel'den trenle bir saat kırk dakika mesafede olan Dinant görülmeye değer bir yer.Paris ile Köln arasında önemli bir geçiş noktası olan Dinant,yüzyıllar boyunca konumu nedeniyle uğruna hep savaşılan bir yer olmuş.Tepedeki tarihi kaleye tam 408 merdivenle çıkılıyor !! İsteyenlere teleferik de var. Ancak ben gittiğimde henüz çalışmaya başlamadığından sabah sabah ruhumu teslim ediyordum.Yukarı ulaştığımdaysa manzara eşsizdi.
TEPEDEKİ KALE
Oldukça geniş bir alana yayılan kalenin iç çeperlerinde Dinant'ın tarihsel geçmişinden ayrıntılar anlatılıyor.. Bakır işlemeciliğinde önemli bir merkez olan ve Meuse nehrine bakan Dinant'a ilk köprü 1080 yılında kurulmuş.Köprüye ait kazıklar halen sergileniyor.Kasabanın konumu nedeniyle savaşlar hiç eksik olmamış.Kale her dönem askeri bir üs görevi üstlenmiş.1830 da Belçika'nın bağımsızlığında önemli rol oynamış bir yer.Daha sonra her iki dünya savaşlarında da ağır çatışmalara sahne olmuş.Günümüzde kalenin içinde Ortaçağ'dan kalan zindanlar ve işkence aletlerinden tutun da,1. Dünya savaşında yapılan sığınaklara kadar pek çok tarihi mekan canlandırılıyor.2. Dünya savaşında Almanların kontrolüne geçen kalede 700'e yakın kasabalı öldürülmüş.Dolayısıyla Dinant ,kendi tarihlerini yakından tanımak isteyen Belçikalıların da uğrak yeri.
İLGİNÇLİKLER
Kalede rehberli turlar var ama dillerini anlamadığım için sadece dağıttıkları İngilizce broşürden okuyup kendim gezmeye çalıştım. Bu yüzden de hangi tura dahil olduğum belli olmadı. İşte sığınakların olduğu alanda telefonum çalınca,öndeki turun gittiğini bir anda etraf kararınca farkettim. Özetle tur ilerlemiş,ışıklar üzerime kapanmıştı.Normalde panik de yapabilirsiniz ama gündüz gözüyle orada ilelebet kalacak halim yoktu. El yordamıyla ilerleyim dedim olmadı,cep telefonundan ışık tutayım dedim ama baktım olmayacak.Yaklaşık 5 dakika öylece bekledim. Diyorum ki Belçika'da bir de mahsur kalmadığın eksik kalmıştı. Neyse sonra yeniden sesler gelmeye başladı. Bir sonraki tur yaklaşıyordu.Kendimi seslere yönelttim ve baktım yeni bir grup kapının ağzında bekliyordu.
ORYANTASYON BOZUKLUGU
Neyse ışıklar yanınca sığınaktaki merdivenlerden birkat daha aşağıya indim.ve bir anda durduğum yerde duramaz oldum. Nasıl başım dönüyor,nasıl sallanıyorum anlatamam. bir yandan diyorum ki,demin karanlıkta panik olmadın acaba şimdi mi acısı çıkıyor? Fakat nedense sürekli sağa çekiliyor hissi içinde ayakta duramadım.İlginç olan ise,bu tahta bölümü geçer geçmez ,herşey normale döndü. İşte o zaman şüphelendim. Hiç üşenmeden geri döndüm,baktım yine aynı his..Sanki bir mıknatıs beni duvara doğru çekiyor ve ben de ayakta kalıp direniyordum. Ne oluyor demeden ,arkadaki rehberli grup yetişmişti. Baktım onlara da aynı şey oluyordu. Hatta bakın fotoğraflarını çektim. Fotoğraflar yamuk değil,insanlar öyle duruyor. Sonunda dayanamayıp rehbere sordum. Meğer o bölüm savaşta zarar gören bir sığınakmış. Mekan zarar gördüğü için ,insandaki ortantasyon hissini yokediyormuş. Halen algılayabilmiş değilim. Sanki beyincik zarım zarar görmüş gibi ,dengemi bulamayıp,bir o yana bir bu yana nasıl savrulduğumu düşündükçe,bunu bir bilim adamına mutlaka sormaya karar verdim. Ben o odada ciddi bir merkezkaç kuvveti ile mücadele ettim.Yani sadece algılarımız bizi bu derece yanıltabilir mi??
DİNANT'IN KURABİYELERİ
Kalede turumu tamamladıktan sonra bu kez teleferikle aşağıya indim.Hemen yolun başındaki pastane Dinant'ta yüzyıllık bir kurabiye geleneğini gözler önüne seriyordu. Meğer bu Dinant'ın baskılı kurabiyeleri pek meşhurmuş. Envai çeşit desende yapılan kurabiyelerin özelliği şeker kullanılmaması.Onun yerine bal ile pişiriliyorlarmış.Ben de fotoğraf çektikten sonra merak edip küçük bir paket kurabiye aldım.Ve ilk ısırışımla dişlerim kırılıyor sandım!! Bunlar kurabiye değil betondan yapılmış olmalıydı!! Değil desen çizmek ,neredeyse çivi bile çakabilirsiniz.(haha)Bu derece sert olabilecekleri aklımın ucundan geçmezdi. Ama anladığım kadarıyla uzun süre dayandıları kesin!!
SAKSAFON'UN BABASI
Efendim bu minicik kasabanın özelliklerini saymakla bitmiyor.Meğer burası saksafonu icat eden Adolphe Sax 'ın memleketiymiş. Evinin önünde bir bronz heykeli var,ayrıca sene içinde caz konserleri de düzenleniyormuş.Ben de Sax beyefendiyle bir resim çektirmeyi ihmal etmedim :))
TEKNE TURU VE KANOLAR
Bu günlüğü okuyanlar artık biliyor ki,tekne turu varsa bendeniz kaçırmıyor.Dinant'ta irili ufaklı pekçok tekne turu var. Ancak ben en yaygın ve kısa olanını seçtim.Biraz dolaşmaya vaktim kalsın istedim. Anseremme denilen bir sonraki limana giden, ince, uzun, üzeri cam kaplı tekne Paris'tekileri andırıyordu.Tıkır mıkır nehir kenarından ilerlerken Anden'lerin doğal güzelliklerine ve kıyı şeridindeki evleri zevkle izledik. Hani bizde Boğaz turunda yalılara bakarsınız ya,buralarda da su kenarındaki bu evleri ,malikaneleri seyrediyorsunuz.Zaten insanlar bu bölgeye arabalarıyla gelip iç taraflarda orman ve nehir kenarında haftasonlarını geçiriyorlarmış. İşte bizim yolumuzun sonunda ,nehirin çatallaştığı noktada da karşımıza kanolar çıktı. Ama belki kanolu yüzlerce insan.Meğer Anden'ler kano sporunun merkeziymiş. insanlar doğal güzellikleri ile meşhur bu bölgeye, yürüyüş, bisiklet ,at binme ve kano için geliyormuş.Özetle ben de pek özendim..Tekne turundan sonra biraz da ,ara sokaklara girip,evlere ,dükkanlara baktım. Akşam trenle Brüksel'e dönerken gezimden oldukça memnundum.
22 Mayıs 2009 Cuma
GENT
COUDENBERG-YERALTI SARAYI
21 Mayıs 2009 Perşembe
BELVUE MUZESI
MÜZELERE ALTIN VURUS GUNU
18 Mayıs 2009 Pazartesi
KNOKKE -KUZEYİN ST.TROPEZİ
BU KADARINA DA PES
_____________/
Çatıdan siyah dumanların yükseldiği yangın nedeniyle bina boşaltılırken itfaiye ekipleri yangına müdahale etti.
8 adet itfaiye aracının müdahale ettiği yangının çıkış nedeni üzerinde henüz bir açıklama yapılmadı.
KUŞAK:AB KOMİSYONU BİNASI YANGIN
BİNA BOŞALTILDI VE YANGINA MÜDAHALE EDİLDİ
LAEKEN KRALİYET SERASI
Evim her nekadar beton binaların arasında olsa ve günüm 1 metro durağı mesafede geçse de,Brüksel aslında çok yeşil bir kent.Hani gitmesem de görmesem de derler ya,benimki de o hesap.Ama fırsat buldukça yeşilin yanına gitmeyi seviyorum. Kent içinde de alışık olmadığımız genişlikte parklar var. Hani bizde olsa, Karadenizli müteahhitlerin çok katlı alışveriş merkezleri inşaa edecekleri alanlar ,sadece yürüyüşe,bisiklete ve sükunetle oturmaya ayırılmış. Garip gözümüz alışmamış.Tabi en önemlisi şehrin etrafındaki yeşil alanlar.Ciddi genişlikte orman ve büyük doğal parklar var.Ama diyorum ya,ömrüm evimin sokağı ile Komisyonun çirkin çelik binasına bakarak geçiyor.
KRALİYET SERASI
Diyorum ya geçtiğimiz haftalarda bizimkiler buradayken turist ruhum geri geldi diye. İlanlara bakarken Brüksel'de kraliyet serasının kapılarını açacağını okudum. Yıl boyu ziyarete kapalı olan bu alan meğer yılda sadece 2 hafta açılıyormuş.Biz de annemle fırsatı kaçırmadık.Önce metro ardından tramvayla elimizle koymuş gibi bulduk adresi.Ama o da neydi? Saat öğlen bile olmamıştı ama etraftaki kalabalık anlaşılır gibi değildi. '' Yoksa Brüksel'in yarısı çiçek bakmaya mı gelmişti?? '' :))) Önce espri yapıp dalga geçtik ama sonra 1 saat kuyrukta içeri girmek için beklediğimizde bu gözlemin hiç de yanlış olmayacağına şaştık kaldık.İnsanlar akın akın serayı görmeye geliyordu. Yetişkinler için 2 buçuk avro olan giriş ücreti 18 yaşın altındakiler içinse bedavaydı.Bekledikçe ,bu kez '' Nedir bu derece ilginç olan ?''demeye başladık.İnsanları üşenmeden Pazar sabahı buraya getiren neydi?
CENNET PARKURU
Bir saatin sonunda kapıya ulaştığımızda bizi devasa demir kafesten bir Art Nouveau yapı karşıladı. İçeriye girmemizle çiçeklerin mis kokusu burnumuza çarptı. Adeta cam bir fanusun içinde bir cennet parkurunda ilerledik. Daha önce çekim için birkaç kez sera ,arberatum ve botanik bahçesinde bulundum ama hiç bu kadar büyük bir yer görmemiştim. Yaklaşık 1 saat envai renkte çiçeklerin,bitkilerin bulunduğu koridorların ve meydanların arasından geçtik. Sonra yol bizi dışarıya çıkardığında bu kez uçsuz bucaksız bir yeşil alan önümüzde uzanıyordu. Hani Jane Eyre romanlarında Bay Darcy'nin atıyla az sonra köşeden geleceği bir ortam.Parkın hemen ilerisinde Japon Pavilyonu seçiliyordu. Çin Pavilyonu da varmış ama rotamız üzerinde değildi.Sonradan okuduğum kadarıyla bahçenin belli noktalarına farklı kültürlere ait pavilyonlar inşaa edilmiş. Kimin zamanında mı; yine malum şahıs Kral 2. Leopold'un elbette. Para Afrika'dan gelince , kenti devasa eserlerle baştan inşaa etmiş anlaşılan. Neyse,gözlerimiz yeşile,ciğerlerimiz oksijene doyduktan sonra gerisin geri seraya girip dönüş yolunu takip ettik. Yine farklı ağaçların, kokulu çiçeklerin arasından 1 saat dolaşıp dışarıya çıktık. Turumuz bittiğinde gerçekten ayaklarımızın üzerine basamıyorduk. Olsun,ruhumuz yıkanmış ,içimiz açılmıştı. Daha ne olsun.
ANTİKA ŞEHRİ
AQUATOPIA
Aquatopia isimli bu akvaryuma bir otelin altından giriliyor.Aslında burası çocuklar için yapılmış bir yer.Ailenin ilgisini çekmesi ise yıllar önce başka bir mekana dayanıyor
Efendim seneler seneler önce bizim aile, otobüsle ,İtalya ve Fransa'yı görmüştük. Daha o zaman Yugoslavya yıkılmamıştı,varın siz düşünün. Neyse efendim bu tur programlarını bilirsiniz millet yeter ki alışveriş yapsın. Geri kalan herşey ekstra tur.Bizi Monaco'ya getirdiler. Ve herkes alışverişe hücum ettiği sırada biz ailece Kaptan Cousteau'nun sualtı müzesini gezmiştik. O derece etkileyiciydi ki halen aklımda. Dev akvaryumlar içinde kendimi sualtı belgeselinde sanmıştım.Neyse Anvers'te nereye gidilir diye bakarken,karşıma bu sualtı parkı çıkınca eskiye özlem gidelim diye düşündük.
Bir otelin altında bulunan ve çocuklar için yapılan bu alanda hem deniz canlıları hem de sürüngenler vardı. İguanaları çektik ama yılanların bulunduğu bölüme girmek istemedim açıkcası. Bu akvaryumlar içindeki onlarca balığı ve deniz canlısını görmek çok güzeldi.Bir tünelin içinden ilerlerken siz mi onları izliyorsunuz onlar mı sizi belli olmuyor.Bence sadece dünyanın etrafınızda dönmediğini görmek ,sualtı dünyasını biraz olsun keşfetmek için bu tip fırsatları kaçırmamak gerekiyor.